
1. Hz. Muhammed’in Doğduğu Çevreyi Tanıyalım
Sevgili Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) doğduğu
çevre Arap Yarımadası’ydı.
Yarımadanın en önemli bölgesi
Hicaz, bu bölgenin en önemli
şehri ise Mekke’ydi. Mekke’yi
önemli kılan en temel özellik,
eski dönemlerden beri kutsal
sayılan Kâbe’nin burada olmasıydı.
Arap Yarımadası geniş
çöllerle kaplı bir bölge olduğundan,
ziraate elverişli topraklar
çok değildi. Bu sebeple Arap
Yarımadası’nda tarım fazla gelişmemişti.
Arapların bir kısmı
çöllerde göçebe yaşıyor, bir
kısmı ise şehirlerde yerleşik bir hayat sürüyordu. Göçebeler genellikle hayvancılık, şehirlerde
yaşayanlar ise daha çok tarım ve ticaretle meşgul oluyorlardı.
Mekke ve çevresinde yılın belli zamanlarında panayırlar kurulurdu. Panayırlara Arap
Yarımadası’nın her tarafından ticaret yapanlar, şairler, hatipler, falcılar gelirdi. Burada
şiir yarışmaları yapılır; beğenilip dereceye giren şiirler, Kâbe’nin duvarlarına asılırdı.
Araplar arasında hitabet ve şiir sanatı gelişmiş olmasına rağmen okuma yazma bilenlerin
sayısı yok denecek kadar azdı.
Araplarda sosyal hayatın temelini kabilecilik oluşturuyordu. Her kabilenin, genellikle
yaşlı ve bilgili bir lideri bulunur ve bu kişiye şeyh denirdi. Araplar arasında kabile bağları
çok güçlüydü. Kabile, aynı atadan türeyen, aynı soydan gelen insanlar topluluğuna
denirdi. Kabile fertlerinden birine zarar verilmesi, duruma göre savaş sebebi bile sayılırdı.
Bir Arap, kabilesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmazdı. Kabileler arasında su ve
otlak yetersizliği, kan davası vb. sebeplerle zaman zaman anlaşmazlık çıkar, savaşlarolurdu. Ancak Araplar yılın dört ayında (muharrem, recep, zilka’de ve zilhicce aylarında)
savaşmazlardı.
Arap toplumunda insanlar genel olarak hürler ve köleler olmak üzere başlıca iki
gruba ayrılmıştı. Bir de bu iki grup arasında mevali denilen bir başka toplumsal sınıf
vardı. Hürler her türlü hakka sahipti. Kölelerin ise hiçbir hakkı bulunmuyordu. Köleler
pazarlarda alınıp satılıyordu.
Cahiliye Dönemi’nde Araplar kadınlara ve kız çocuklarına fazla değer vermezlerdi.
Kadınların miras hakkı yoktu. Bir erkek dilediği kadar kadınla evlenebilirdi. Arap toplumunda
bazı kişiler kız çocuklarını uğursuz görüyor ve diri diri toprağa gömüyordu.
İslamiyet öncesinde Araplar arasında adaletsizlik, hırsızlık, yağmacılık, falcılık, içki,
kumar gibi kötülükler de yaygındı.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğduğu dönemde Araplar arasında
en yaygın inanç, putperestlikti. Arapların çoğu kendi elleriyle taş, ağaç, maden
vb. şeylerden yaptığı putlara tapıyordu. Putperest Araplar yeryüzündeki ilk ibadethane
olan kutsal Kâbe’nin içini putlarla doldurmuşlardı. Kâbe’deki putların sayısı 360’a ulaşıyordu.
Ayrıca Arapların çoğunun evinde de put vardı.


Putperestler, aslında Yüce Allah’ın varlığını kabul ediyorlardı. Ancak putların kendilerini
Allah’a (c.c.) yaklaştıracağına inanıyorlardı. Böylece Allah’ın (c.c.) birliği anlamına
gelen tevhit inancından saparak Yüce Yaratıcı’ya ortak koşuyorlardı. Bu sebeple puta
tapanlara, “Allah’a ortak koşan” anlamına gelen müşrik denilmiştir. Mekke’de, Hz. İbrahim
Peygamber’in (a.s.)* açıklayıp öğrettiği tevhit inancına sahip kişiler de bulunuyor ve
bunlara Hanif deniliyordu. Hanifler putlara tapmıyor, Allah’ın (c.c.) var ve bir olduğuna,
eşinin, benzerinin bulunmadığına inanıyorlardı. Arap Yarımadası’nda puta tapanlar ve
Hanifler dışında Musevilik, Hristiyanlık, Mecusilik (ateşe tapıcılık) gibi dinlere mensup
olanlar ve gök cisimlerine tapanlar da yaşamaktaydı.

